Monday, April 1, 2013

YALNIZLIĞIN TERCİHİ VE LAŞEY


Yüreğinin etrafına muhafız koyarak etrafında olup bitene duyarsızlaşan ‘Bana değmeyen yılan bin yaşasın’cı insanlardan değilim. Yalnız adam olmayı hiçbir zaman istemedim. Hani derler ya -Yalnız olduğumu söyleyebileceğim bir insanın yalnızlığını çekiyorum- diye, bende bu tarz insanların yani gerçek dostların yalnızlığını çekmekteyim. 

Yalnızlığın en güzeli seçilen yalnızlıktır. Bu durumda kişi kendi dünyasında kraldır tercih onundur dünyadan ve içindekilerden kilometrelerce uzaklaşır sırça köşkünde yaşamaya başlar ve mutludur. Bu yalnızlık bir erdemdir aynı zamanda, susmakla, kendinizle kalmakla hayatı ve kendinizi fark edersiniz. Sorularınızı cevaplarınızı bulursunuz orada ve bu sizi olgunlaştırır. 

İçine düşülen yalnızlık ise bir bela gibi insanı yer bitirir. Bu durumda yalnızlık sizin tercihiniz değil olanların gelişenlerin bir son durağıdır. Eğer sağlam referanslarınız yoksa hayatta kalmaya dair yaşamaya dair hayat sizin için anlamsızlaşır. 

Bizimde bütün çabamız zaten bu yalnızlık kuyusuna düşmeme adınadır. Çoğu zaman örselenen duygularımız kırılan kalbimiz incinen duygularımızı geride bırakıp dönüp bakmamamız ve devam etmeliyim dememiz bundandır. Alttan almayı böyle sanat haline getiririz. Yaslanabileceğimiz bir dağımız vardır, belki de tek dağımız…onu kaybetmeme adına pek çok değerimizin değersizleşmesine sesimizi çıkarmayız. O dağ havasını soluklamaktır amacımız. 
‘Dost bir vatandır’ diyor Andre Gide. Korunması gereken yaşanması gereken her şeye rağmen benim denmesi gereken bir vatan. Dostunu kaybeden insan için yeryüzü bir mengene haline gelir onu sıkmaya başlar. Buhranlar geçiren bu dost yoksunu, sürekli başını oradan oraya çarpar ve ‘Dost!’ diyebileceği birilerini arar. Fakat ne yazık ki hiçbir zaman kaybettiği dostu gibisini bulamaz, aynen vatanına hiçbir yerin benzemeyeceği gibi. 
Seven insanın durumu biraz daha komplikedir. Güzele, güzelliğe, hayata dair ne varsa onu somut hale getirerek bir gözlük yapıp sevgiliyi o gözlükle bakarak görmeye çalışır. Her güzel şeyi onda cemler. ‘O ve diğerleri’dir hayat onun için. Sevmenin bedeli ağırdır kendini bile unutur insan diğerinde erir gider aşk ateşiyle. En olmadık anlarda, en arena mekanlarda sevdiğinizin sizi giyotinlerde dilimlemesine tebessümle karşılık verirsiniz. Sanki sinirleri alınmış birinin acı duymaması gibi her şeye sempatiyle bakmaya çalışırsınız. Ve eğer bir gün bu sevgili sizden uzaklaşırsa her şey birden ismini kaybeder ‘laşey’ hale gelir. Aynı zamanda sizde bir ‘laşey’ olursunuz 
İçine doğduğumuz hayatta bu ve benzeri olayları her gün yaşıyoruz. Laşeylerle dolu bir hayatı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Kırık kalpler sokağının tabelasını daha değiştiremedik. 

Evet sevgililer acımasız olur genelde öldürürde gider geride şahit bırakmaz yaşanılanlara dair aşkına dair. O başka aşklara yelken açarken sen geride bir kadavra hükmünde bir laşey olarak bitkisel bir hayat yaşamaktasındır. Çünkü artık onu rahatsız etmemen, ayak bağı olmaman onun gittiği uçsuz bucaksız denizlerdeki limanlarda karşısına çıkmaman gerekmektedir. O yüzden acı çekmeyesin diye vurur öldürür seni sevgili ve ona göre aşkı yaşayabileceği başka bir limana hareket eder. 
Aslında hepimiz hareketliyiz bu yerleşik hayatta bir göçebeyiz. Her gün evden iş işten bir yerlere göç edip duruyoruz. Göçebe kültürü oluşturmuşuz bir nevi farkında değiliz. Konuştuklarımız alıntılardan taklitlerden ibaret, hep başkalarını anlatıyoruz başkalarının konuşmalarını dillendiriyoruz. Aslında bu dillendirdiğimiz şeyler bizim göçebe dünyamızdaki yerleşik şehirlerimizidir oralara varmak onlar gibi olmak istiyoruz. Ama yapamıyoruz. 

Umut kötülerin en kötüsüdür çünkü acıları uzatır diyor Nietsche. 
Umut etmeden yapamıyoruz çünkü sevgili bizim hayatta kalmak için tek umudumuz. 

MUSTAFA KEMAL TAŞTEKİN 

No comments:

Post a Comment