Saturday, March 30, 2013

HANGİ AKILLI TELEFON?

Değerli Arkadaşlar
2013 ün girmesiyle birlikte ardarda akıllı telefonlar lansmanlarıyla kendini göstermeye başladı.
Blackberry Z10, Sony Xperia Z, HTC One; Samsung Galaxy S4 derken ufukta Iphone 5S te gözüküyor gibi.
Farklı işletim sistemleri,dizaynları,malzeme kalitesi,özellikleri ile kullanıcının beğenisine sunulan akıllı telefonlar için sizin tercihiniz nedir? Bu tercihinizin nedeni nedir?
iyi çalışmalar mutlu günler dilerim



SAMSUNG GALAXY S4


TOP TEN HARLEM SHAKE


YALIN VE YALAN SEVDA



Gececi içgüdülerin netice yoksunu geçici heveslerinden bir lahza sıyrılıp ışığa doğru yürüyor gibiyim.Melek dokunuşların rötüşlarına ihtiyacım hiç bu kadar eşik tanımaz olmamıştı.Canıma yakışacağına üzerime yapışan duygu stoplazmasından kurtulabileceğime kendimi inandırmaktan his yorgunu bir halde, mutluluk yolunda bir garip seyrüseferdeyim. 

Umarsızca kendime karşı dürüst olmaya çalışırken herkese karşı yalın yalanlarla oyalanmamaya çalışıyorum.İsmimin yalın haldeliğini dört başı mamur haline dönüştürmek için gönül seferimin nihai durağı olan senin,adını adımın yanına eklemeni bekliyorum. 

Kendimi sana yakıştırdığımdan değil, yalnızlığın hipnoz iklimini kendime yakıştıramadığımdan, ufuk çizgimin doğru değil eğri olduğu aşikar.Bu oyun sabaha kadar oynansa yenilenin ben olacağım son derece açık.Fakat senin her tanıştığın insanın ‘yeni’ biri olmayacağı gerçeği de göz ardı edilemez.Kendine has hiçbir özelliği olmadan kısır çerçevede koşturup duran fertlerden müteşekkil bir çevrede ‘yeni’ biri değil ancak ‘nüsha’ bireylerle karşılaşman muhtemel. 

Kopkoyu bir yalnızlığın girdabında yaşıyorum. Her şeye bir derece doymuş insan yığınlarıyla aynı atmosferi solumak, hayata dair cevabını bulamadığım anlamlı anlamsız sorularıma yenilerini eklemekte. Tıka-basa doymuş birine sunulan mükellef bir sofra ne kadar anlam yoksunu kalmaktaysa, sürekli taklit duygularda seyahat eden çağımız insanına orijinal yaşantılar tak-çıkar oyuncaklar kadar etkimekte. 

Sevgilinin aşk hezeyanlarında delirerek dudaklarıma kondurduğu buse bile ancak boğulmakta olan birine yapılan suni teneffüs hissi veriyor.Her yeni öpüş yeni bir hayata döndürme hamlesine dönüşüyor ama kalp ölümü gerçekleştiği için çabalar faydasız kalıyor.Aşkı yaşatacak tek sonsuz kaynak kalp olduğundan ve sevgililer hep giderken onu biraz daha kırıp döktüğünden sevgiler tatsız geliyor. İlk görüşte elektrik alınarak sevildiği iddia edilen sevgililer de kalbi diriltmek için göğse vurulan elektroşok vaziyetine bürünüyor ama hissetmek için kalp lazım. 
Her şokta biraz daha sarsılıyor,sarsıldıkça da kendi benliğime daha sıkı tutunuyor ve kabuğuma çekiliyorum. 

‘Yeni’ değil yaşananlar… sadece sonu belli olan hüzünlü bir oyunun sonsuz provasından ibaret. Ve her zaman esas oğlan mutlu olmuyor bu acımasız rol dağılımında. Her sarsıntıda biraz daha incelen gönül ipi kopuyor bir noktada ve o hassas kalp yerini buz gibi soğuk bir taşa bırakıyor. Magmaları içerisine boşaltsan buza dönüştürecek kadar hissiz duygusuz. Karşısına kim çıkarsa belki onu da aşktan soğutacak kadar zulme güdümlenmiş bir kalp. Zararı evrensel boyutta. Her hamlesi ‘aşk’ denen iksire yeni bir darbe halinde.Ne güzellere ‘bir daha sevmek mi tövbe’ dedirten bu hem kel hem fodul tavrı dizginleyecek nedir o da meçhuliyetini koruyor. 
Herkes pek çok kere sevmiyor. Ve pek çok kerede sevmek istemiyor.Tek bir aşk ama dev bir aşk peşinde olan pek çok insan var.En doğalı da bu zaten. Fakat karşısına çıkanın aşka dair tüm güzelim duygularının şeytan tarafından alınıp götürüldüğü ve de galiba satıldığı gerçeğiyle yüzyüze geldiğinde anlıyor ki ‘aradığı’ bu değil. 

Yaşananlar ‘yeni’ değil. Yeni olmak şöyle dursun ancak ruhu daha çok da ‘teni’ zora sokan girişimler. Anti-depresan ve prozac isim listesini ezberleten beyin anaforlarından ibaret ilişkilerde boğulmadan bu çılğınlığa dur demek herkesinde harcı değil. 

Soğuk ve anlamsız bir bencilliğin zirvesindeyim ve kendimce belki de zirvedeki yalnızlığı yaşıyorum. 

Bana ne katıyorsunki diye sorma lütfen. Her zaman lezzet sevdalısı olduğumdan ‘ACI’ katıyorum…. 

MUSTAFA KEMAL TAŞTEKİN 

PSY FEAT. MC HAMMER-WONDERFUL SHOW


PİNOCCHIO PARADOX


HAYY

Yemen’den gemiye bindiniz. Hint Okyanusunda yol alırken şiddetli bir fırtına çıktı. Dev dalgalarda gemi alabora oldu, parçalandı, geminin bir parçasına tutunmuştunuz, dalgalar sizi bir adanın kıyısına sürükledi. Sahilde, kumsalda bir zaman baygın yattınız. Uyandığınızda çevrede kimse yoktu. Ada terkedilmiş izlenimi veriyordu. Harabeler arasında bir süre gezindiniz. Derken evler göründü, evler arasında bir cami vardı, sevinçle koştunuz, avlusunda dört kişi oturuyordu, selam verip oturdunuz, başınızdan geçenleri anlattınız. 
Akşama değin onların arasında kaldınız. Kulluk vaktinde insanlar geldi, kalabalıklaştı. Derken akşam vakti Niyazi Mısri meclisi onurlandırdı. Selam verdi, mihraba doğru ilerledi. Akşam namazını kıldırdı. Kulluktan sonra nutk-ı şerifler okundu. Meşk yapıldı. Ardından birinci düzeye geçildi. Deveran başladı. Birinci basamak Hayy idi. Hayyyyyyyy! Söz dudaktan değil kalpten çıkıyordu. Zakirler Hayyy dedikçe kelimenin her bir harfi ayrı birer Hayy olup hava zerrelerine karışıyor, dokunduğu her şeyi canlandırıyordu. Mesih gibi can veriyordu. Ya Hayyyy! Serzakir, Mısri’nin sağ yanında oturmuştu. Omuzları birbirine değiyordu zakirlerin. Hayyy! Cüneyd’i hatırladınız. İrfan, Allah’ın seni sende öldürüp, Kendinde sonsuzca diri kılmasıdır. Evet evet böyle demişti. Sen ölmeden O gelmiyordu. Kendini vermeden sonsuzluğu alamıyordun. Ya Hayyy! Ölmeden önce ölünüz. Beden ağır ağır ölüyor, her Hayy’la birlikte yeniden canlanıyordu. Tek ses, tek nefes. Soluk al, Hayyy! Soluk ver, Huuuu! Hu, O’dur. O, Hayy’dır. Can alır can verir. Can vermeden canlanamazsın. Bedeni vermeden sana can verilmez. Geç bedenin bağlarından. Burası birinci mertebedir. İlk basamağa adım at. Sağlam bas, korkma. Yükseliyorsun bak. O’nun adıyla başla. Arınma ilk adımın hazırlığıdır. İstiğfar et. Ben günde yetmiş kez istiğfar ederim. Sen günahkar değilsin, senin geçmiş gelecek kusurların bağışlanmıştır, niçin istiğfar ediyorsun? Ben günde yetmiş kez varlığı devrederim. Alemleri günde yetmiş defa gezer dolaşırım. Yükseldiğim her mertebede, bir önceki makam için bağışlanma dilerim. Sen de tövbe et. Sen kusur dolusun, Kusursuz olandan af dile. Burası arınma yeridir, burada bağışlanacaksın, bağışlandıkça bir sonraki basamağa adım atacaksın, bak yavaş yavaş yükseliyorsun, şimdi yükselme eğrisindesin, kendini gerçekleştirebilmen için daireyi tamamlamalısın, iş başa dönecek, indiğin yere yeniden yükselmen gerek, ya Hayyy! Soluklar hızlanıyor, daha gür ve daha sık hale geliyor. Hayy! Hayy! Hayy! Soluk bir anda ciğere doluyor ve boşalıyor Hayyy! Hu! Hayy! Hu! Burası ikinci basamak. Buradan bakınca yerdeki şeyler karınca gibi küçük görünüyor. Bir daire beliriyor. Şimdi ona giriyorsun. Dönmeye başlıyorsun. Zerreler dönüyor bak, dünya dönüyor, ay, güneş, yıldızlar, güneş sistemleri, her şey dönüyor, çevrim içinde dönüyor her şey, semazenler dönüyor bak, sağdan sola, herkes kendi kalbine doğru bükülüyor… Hayy! Hayy! Hayy! Birinci basamakta başın dönüyor. Sağ ve sol yanındakilerin koluna giriyorsun. Bir zincir gibisin, zincirin halkasısın. Bu dönüşe dayanamıyorusun, kolkola, omuz omuza veriyorsun. Kardeş olduğunu hissediyorsun. Ya Hayyyyyy! Cezbe birikiyor, şiddetleniyor, bir enerji nasıl büyüyor. Kalbin büyüyor, genişliyor. Hayy dedikçe zihninde ne varsa temizleniyor. Bak bu pislikler, murdarlar, cifeler çokluktur, perdedir, gerisine bak,ardındaki birliğe bak, o temizdir, aslolan temizliktir, saflıktır, birliktir. Her şey birdir, birden gelir, bire döner. Çokluk aradan çıkar, birlik olur. Bire iki deme, kimden fitne tutuyorsun. Ya Hayy Ya Hayy Ya Hayy. Burası bir de değil, tek. Burada iki üç dört yok ki bir olsun, burada sadece O var. Huuuuu! Gayr siliniyor. Allah’tan başka ne varsa, O’na bitişmeye başlıyor. Cüneyd’i hatırlıyorsun, irfan, sonradan olanın, öncesiz olana bitişmesidir. Sen aradan çekilince O geliyor. Hayy zikri cezbelidir, tehlikelidir. Her şeyi hareketlendirir. İnsanları, cinleri, ruhanileri, dağları, taşları, ağaçları, toprağın zerrelerini, yıldızları hareketlendirir, dikkat et. Dikkatli ol, demişti Mısri. Bu bir oyun değil. Bunun bir oyun olmadığını anladığında iş işten geçmiş olabilir. Bu bir can oyunudur, dikkat et. Batmaktan korkma. Rabia’nın öğrencilerinden Meryem el-Basriyya, bir gün, bir zikr seansında aşktan ölüvermişti, hatırlıyor musun? Bunun bedeli candır, bedeni verir canı alırsın. Beden cansız ne yapabilir? Bedeni, can için verince ölümsüz beden alırsın. Ya Hayyy! Soluklar hızlanıyor, birinci düzeydesin. Dünya göğünde. Oradan bakınca her şey dönüyor görüyor musun, aslına rücu ediyor. Hayy! Hayy! Hayy! Bütün soluklar aynı anda Hayy diye çekiliyor, aynı anda Huuu diye boşalıyor. Bir deveran bu. Nefes alıyor diriliyorsun, nefes veriyor O’na dönüyorsun. Her şey O’na dönüyor. Başın dönmüyor artık. Dairenin içine girdin, orada bir yere yerleştin. Caminin taş duvarları canlanıyor. Kapısı penceresi, yönleri yok oluyor. Çevrim gerçekleşince dairevi bir yüz haline geliyorsun. Küreye dönüşüyor her şey. Yön kalmıyor. Burası orası yok artık. Her şey O’ndan ibaret. Her şey O’na dönüyor. O’ndan geliyor O’na dönüyor. Bu bir anda oluyor. An da kalmıyor, zamandan çıkıyorsun. Başka bir yer, başka bir şey burası. Burada sadece Hayy var Hu var. Sadece sen varsın. Sen O’sun, O’ndan geliyorsun, O’nunlasın, O’ndasın. Soluklar iyice hızlanıyor, Hayy! Hayy! Hayy! Hay da bitişiyor. Cezbe o denli artıyor ki, bir anda infilak edebilir ve big bang gibi her şey yeniden kurulabilir. Zaten her Hayy’la birlikte her şey yıkılıyor yeniden yapılıyor. Bu kesintisizleşince yıkılış görünmüyor sadece yapılıyor. Zikri yöneten derviş, bir kasideye başlıyor. Mısri’den bu, senden. Sen hep oradasın. Burada halvetiler celvetiler kalmamış, burada harfler kelimelerden ayrılmış tek başına birer varlık kazanmış, hurufiler melamiler yok burada, burası birlik yurdu, burada sadece Sen varsın, senin güzelliğin var yalnızca, nakşiler kadiriler yok burada sadece senin cemalin var, yollar izler birleşiyor burada, senin gölgen yok, gölgesi olmayan teksin sen, rıfailer şazeliler yok burada, bütün yollar sana çıkıyor, bütün gölgeler Senin nurundandır, ışıkla karanlık arası değil burası, burası sadece nur, bir şey görünmüyor, göz ışıktan bir şey görmüyor, dimağ kamaşıyor burada…kaside başlayınca soluklar yavaşlıyor, sadece Huu! Huu! Huu! diyorsun…Burası Hu. Burada sadece O var. Sen O’sun. Ne demişti Hallaç, ben Hakkım deme, O, haktır de kurtul dediklerinde, ben zaten öyle diyorum, ama siz O’nun gâip olduğunu söylüyorsunuz…Burada sadece O var, O, sensin, sen O’na bitişince sen olmaktan çıkıyor, silinip kayboluyorsun, güneş belirince mumun ışığı kalır mı? Bak bir kelebek gibi, bir ateşböceği gibi dönüyor, için için yanıyor, sürekli zikr ediyorsun, zikir anımsamaktır, hatırla, neyi yitirdiğini hatırla, hatırlamak, kendinden vaz geçmektir, Huu! Huu! Huu! Sesler yavaşlıyor…Mısri’nin kelimeleri şimdi serzakirin dudaklarından çıkıp camiin duvarlarında, yerdeki halılarda, ahşap sütunların başlarında, minberde, mihrapta, zakirlerin yüzlerinde, kulaklarında, ellerinde dolaşıyor, kalplerine sızıyor, bedeninin zerrelerine karışıyor, çokluğu birliğe bitiştirerek, çokluk içinde birliği resmediyor. Huu! Huu! Huu! Sen seni bilmektir ancak pire ülfetten amaç…Noktayı fehm eylemektir ilm ü hikmetten amaç…Bütün bu hay ve hular noktaya yönelmek, onda bütün harfleri birleştirmek için. Bütün çizgiler, o çizgilerin oluşturduğu harfler noktadan geliyor, sağdan sola, kalbine doğru yazan hattat da ilk olarak noktayı yazıyor. Onun da harfleri noktadan çoğalıyor. Nokta Hu’dur. Noktaya doğru yanaştın şimdi, birinci basamaktasın. Kaside bitince, Mısri, bir yakarış okuyor. O’nu birliyor, sonra salat ve selam ediyor, sonra istiğfar ediyor, sonra ey, tövbe edenlerin sevgilisi! diyor. Ey bilgelerin neşe ve sevinç kaynağı, ey kulluk edenlerin gözbebeği, ey yalnızların dostu…Birkaç mürit cezbeleniyor…Al-laah! diye bağırarak bayılıyor. Ey sığınanların sığınağı, ey umutlarını kesenlerin umudu, ey doğruların kalplerinin kendisine yöneldiği, ey sevenlerin kalplerinin ancak kendisiyle doyduğu, ey korku ile kendinden geçenlerin çabalarının kendisine bağlandığı…Gözyaşları birden boşanıyor Mısri’nin, perdeler aralanmaya başlıyor, okudukça örtüler kalkıyor…İbn Arabi’yi hatırlıyorsun. Ne diyordu? Sen gizlenerek belirir, belirerek gizlenirsin. Birinci basamakta beliren nurlar, yüzdeki gözü yavaş yavaş kapatıyor, şeyler netliğini yitirmeye başlıyor. Yüzündeki gözün körleşmedikçe içindeki gözün açılmaz. Yavaş yavaş ışımaya başlıyor her şey. Zerreler zahir mi olurdu afitabı olmasa, katreler kande yağardı hiç sehabı olmasa…Serzakir kasideyi okudukça Mısri’nin yanaklarından süzülen yaş artıyor, gönlü sevinçli bir hüzünle kabarıyor, burada artık sevinç ve hüzün birleşiyor, ne daralma var ne genişleme, ne kabz ne bast, ne hüzün ne keder…Bir beliriyor, birden gayrı ne varsa siliniyor artık…İkinci düzey için zakirler hazır…Bir adım daha, burada artık birleme başlayacak..İlk işaret senden geliyor. Kesret idi bir oldu suret idi sır oldu/zulmet idi nur oldu bu ayete erince…Hangi işaret, hangi ayet bu? Hangi alem, hangi belirti, nereden nasıl geldi, birleyin canlar, birleyin artık…La ilahe illallah…La ilahe illallah…La ilahe illallah…Zakirler sağdan sola, kalbe doğru yönelerek, illallah dediklerinde bunu sol göğse çarparak yapıyorlar, birliyorlar,birledikçe, birden gayrı ne varsa temizleniyor, saflaşıyor, arınıyor, ışıyor, ışıl ışıl bir yer beliriyor, burası bir mekan değil mekanet, burası zamansızlık mekansızlık yurdu, bir yurt değil bir hal, bir hal değil bir makam, bir makam değil bir devran, bir devran değil hiçlik…Burada yavaş yavaş belirlenimsizlik beliriyior. Zakirler Allah’tan başka ilah yoktur dedikçe kayıtlar dağılıyor, bağlar çözülüyor, kireçler, paslar sökülüyor, kirler arınıyor, saf ayna beliriyor, sırrı dökülmemiş bu aynanın, gönül kıblesi burası, sadece sen varsın senden başkası yok, sadece sen varsın, sadece sen….Yer aydınlanıyor, cami billur bir avizeye dönüşüyor, gök ışıyor, her yer pırıl pırıl, apaydınlık, ayın ondördü gibi ışıldıyor. Sadece sen varsın, senden başka ilah yoktur, senden başka rızık veren yoktur, senden başka şifa veren yoktur, sadece sen varsın, senden başka güç sahibi yoktur, senden başka merhamet sahibi yoktur, senden başka şefaat sahibi yoktur…Sadece sen varsın. Sadece sen. İkinci basamaktasın. Dairenin içindesin. Dünya göğünden ikinci kat göğe yükseldin. Sevenlerin sevgiliye yürüyüşü hızlıdır, tevhit kelimesini artır, hızlan artık, la ilahe illallah la ilahe illalah la ilahe illallah dedikçe kalp çarpıntıları artıyor, tek ses tek nefes…soluğu al la ilahe soluğu ver illallah…kalbe doğru bükül…kalbine, ilahi merkeze dön…zakirler kendilerini tümüyle kaybetmiş, birlikte kaybolmuş bir halde, sağdan sola kelimeleri kalbe çarparak anıyorlar. Bu anış, elest meclisine dönüş. Bu hatırlayışla birlikte artık sadece sen varsın. Mısri, dervişlerin cezbesini denetliyor, biriken o sonsuz enerjiyi bir deniz gibi elinde tutuyor, toprağın zerrelerine doğru suyu akıtıyor, ruhlar yıkanıyor, beden yıkanıyor, eller, gözler, kirlenmiş olan sesler, dudaklar, ne varsa arınıyor, artık su gibisin. Bak bu kelimeler su gibi hava gibi temiz ve ağırlıksız…bak onların içinden ruhun beliriyor…bak ruhun O’nun aynası…bak O’nun soluğusun sen…O’ndan başka ilah yoktur…..O’ndan başka ilah yoktur…soluklar hızlanıyor şimdi….kelimeler kalbi yakıyor, kalp tutuşuyor, alev alev yanıyor, beden için için yanıyor, la diyen ilahe diyen illallah diyen dudaklar yanıyor, göğse giren ve çıkan soluk yanıyor, yandıkça ışıyor, ışıdıkça O beliriyor…o çorak, yakıcı ve ıssız çölleri yalınayak geçtin, yükseldin, ikinci göğe erdin, buluta girdin, şimdi rahmet olup yere ineceksin, kuru toprağa can vereceksin, yıllardır özlemiyle yanan sevgilisine kavuşmuş, onun ağız suyunu emen aşık gibi bir ses çıkaracak toprak, onunla canlanacak, oradan hayat fışkıracak, türlü türlü ağaçlar, meyveler, otlar, sebzeler, nimetler çıkacak, bütün bu dağlar, ovalar, ırmaklar beni sana getirecek, Mısri’yi izleyin ey dervişler, onun ardına düşün, adımlarını takib edin, çöl, dağ ve sahra, onun ayakları altında dürülüyor bakın, attığı her adımda, ey Rabbim, bana hayat ver, diyor, kısa sürede denizden çıkıp menzile ulaşacaksınız…tevhit zikri doruğa çıktığında ikinci düzey tamamlanıyor, bu bir anda üçüncü ve son menzile yükseltecek sizi…devam ediyorsunuz, birliyorsunuz, birledikçe, kelimeler sizi bir’e çekiyor. Birde kaybolunca bir de kaybolacak, tek olan belirecek. Burası artık sadece O’nun olduğu, O’ndan gayrı ne varsa puta dönüştüğü bir orman. Burası deniz. Ona dalın ve orada yok olun, bir daha çıkmamak üzere ebediyen ölün…La ilahe illallah la ilahe illallah la ilahe illallah….Dervişler tevhit zikri doruğa çarpıp tuz buz olup geri döndüğünde serzakir yeni bir kasideye başlıyor, istiğfar ve salat ve selamdan sonra senin bir nutkunu okuyor…aşkın meyine ben kana geldim/şevkin narına hoş yana geldim/halka-i zikri tutmuş aşıklar/ben de sahnında cevlana geldim…birlik zikri kılıç gibi keser, öldürür…hatırlıyor musun Elmalı’daki sempozyumda, çay molasında, İstanbul’un fethinin bir kutup savaşı olduğundan, Ak Şemsettin’le Cibali Baba arasında geçtiğinden söz etmiştin. Fatih, döktüğü toplarla günler boyu şehri dövmüş ama bir türlü düşürememişti. Ak Şemsettin’e hikmetini sormuştu. O da, Cibali Baba’dan söz ederek, onun, sabahlara değin el açıp, ‘Ya Rabbi, gavurcuklarımı öldürme, gavurcuklarımı öldürme’ diye dua ettiğini söylemişti. Neden, diye sorduğunda, kılavuzu, ‘rahmaniyet makamında çünkü, cemal baskın, bu yüzden kimsenin zarar görmesine gönlü razı olmuyor’ demişti. Peki nolucak, diye sorduğunda da, ölmedikçe şehri alamayız, demişti. Bunun üzerine halifelerini toplayıp kırk gün secdede tevhit zikri yapmışlar ve Cibali Baba’yı öldürmüşlerdi. Tevhit zikri secdede yapılırsa öldürürmüş…benim aklım bunlara ermiyor…birlik zikri aklı da öldürür, onu da yok eder, zihni de temizler, her şeyi kalbe çeker, orada toplar…bir derviş, Al-laaah diyerek yere yığılıyor. Mısri, Harranlı bir bilgeyi hatırlıyor. Şamlı bir derviş bir gün ziyaretine gelmiş. Sabah namazından sonra evinin kapısında durmuş, gündelik işleriyle meşgul oluyormuş. Derviş, kapının diğer yanında oturmuş, ona bakıyor. Harranlı bilge, hiç konuşmuyor, ilgilenmiyor. Derviş, ‘ta kalkıp Şam’dan buraya geldim, bana hiç iltifat edip konuşmuyor’ diye düşündü. Bu düşünce adamın zihninden geçerken, Harranlı ona bakarak, ‘zihnini yoklayan bu itirazdan dolayı, senin organlarından birini yok etmekle emrolundum’ dedi. Derviş donup kaldı. Harranlı, ‘hangi organını yok etmemi istersin?’ diye sordu. ‘Dış organlarımdan birini efendim’ dedi korku dolu bir sesle. Harranlı, elini, adamın yanağına doğru uzattı,sağ gözüne usulca dokununca, dervişin gözü yuvasından yanına doğru aktı. Derviş, sükunetle yere doğru eğildi, toprağı öperek doğruldu, sessizce oturdu. Birkaç yıl sonra Mekke’de karşılaştıklarında gözü iyileşmişti. Sırrını sordu. Derviş, ‘bir zamanlar, bir zikir halkasındaydım’ dedi, ‘aralarında sizin dervişlerinizden biri de vardı. Eliyle gözümü sığayınca sağlığına kavuştu, görmeye başladım. Fakat, siz o gün gözümü akıttığınızda, kalbimde öyle bir göz açıldı ki, pek çok sırrı görme imkanım oldu. Hatta, dervişiniz gözümü eski haline getirdiğinde ağlamıştım. Nedenini sorduklarında, karşılığında kalp gözümü yitirdim, dedim. Evden çıktılar, sahraya doğru gittiler. Yolda dikenli bir ağaç gördüler. Gölgesinde bir süre oturdular. Acıkmışlardı. Yanlarında yiyecek yoktu. Harranlı, dervişe, ‘ağacı salla’ dedi. Adam, ‘ama bunda dikenden başka bir şey yok’ deyince ısrar etti. Sallayınca hurma dökülmeye başladı. Adam ramazan’a kadar yanında kaldı. İlk günü, iftardan sonra gitti. Giderken ona, Ramazan’ın ramz kökünün ateş anlamına geldiğini anlattı. Mısri’nin, binaltıyüzotuzsekiz Ramazan’ında yaşadığı acıyı hatırlatıyordu. Dervişler zikrederken acıdan tatlıdan kurtuluyor. Yokuş iniş yok burada. Ne çirkin var ne güzel. Bir şey ne hüzün veriyor ne sevinç. Haktan başka bir nesne yok, gözsüzlere gizli imiş şiirini okuyor serzakir. Son basamağa adım atıyorlar. Burada artık söz yok. Kelimeler yanıyor, harfler yok oluyor. Burada O belirince söz de kalmıyor. O’ndan başkası olmayınca söze gerek kalmıyor. Söz de yok oluyor. Artık O’nu adıyla anmanın vaktidir. Al-lah Al-lah Al-lah diye deviniyor dervişler. Serzakir, dervişleri kolluyor, onları kasidelerle, dalları göğe yükselen güzel sözlerle yatıştırıyor, taşkınlıkları düzenliyor. Burada kusursuz denge var. Altı günde yaratıyorsun yeri ve gökleri, sonra varlığın çatısını kuşatıyorsun, namazdaki son oturuş burası, celse…istiva makamı…kuşatılan kuşatan bir şey…kuşatma anı…açılmalar da bitiyor…Al-lah Al-lah Al-lah diye çarpıyor yürek ama çıkan ses de gerçeksiz…gerçek de yok burada…sır da yok…perde de…her şey açılıyor…açılma kapanma da yok…kapanınca açılan açılınca kapanan bir şey burası…sadece Al-lah Al-lah Al-lah diye bir ses çıkıyor, bu sesin anlamından habersiz, söyleyen de O söyleten de söz de…her şey O…artık bir şey kalmadı…bir yer kalmadı…şeyler ve yerler bitti…zaman bitti…zamansızlık bitti…son ve sonsuz çekildi aradan…kendi kendine bir şey bu…kendini kendi üzerinden kendiyle açan kapatan bir şey…kendini anan…kendiyle anan…kendine bakan…kendini seven…kendi olan…sadece kendi olan bir şey…sadece hiç…şey…bu kelimelerin de anlamının kalmadığı…anlamın olmadığı…anlamsızlığın bittiği bir şey…Al-lah Al-lah Al-lah dedikçe dervişler fanus gibi ışıyor…ışık yumağına dönüşüyorlar…aynı anda aynı soluk alış ve verişle aynı sesle aynı sessizlikle aynı ahenkle aynı düzenle aynı dönüşle…Al-lah! Al-lah! Al-lah! Kalbe doğru çarpıyor sesler…dervişler sadece kalpten ibaretler…çok yakınlar…yakınlaştırılmışlar…yakınlaş…demek ki uzaksın…yakınlaş…sınırda dur…bu sınır senin sınırsızlığındır…sınırda dur ve iniş için bekle…sabit bir noktasın sen…burası kozmik çarkın merkezidir…oraya yerleştin…artık dünya yıkılsa dönüp bakmayacaksın…dairenin merkezi sensin, senin kalbindir…sen kalpsin…gerisi kemik, et, kan ve kıldan ibarettir…ondan kurtuldun…bağlar çözüldü…ihtiraslar dindi…tutkular yok oldu…istekler sona erdi…zaafların gitti…ne güçlü ne güçsüzsün…akıl bağ idi ondan da kurtuldu…kanatlandın…ruh kurtuldu…nefs kurtuldu…tuzak kalmadı…iz kalmadı…her şeyin imi simi kalmadı…her şey kayboldu…son menzile ulaşınca dervişler, kavsi tamamlıyor…Mısri’ye Cemal göründü. Mısri Cemal’e boyandı, şevkinden hun oldu, kanını akıttı artık ona Vaniler, Karabaşlar bir şey yapamaz. Artık Padişaha Vani’nin yaptırdığı büyü bir işe yaramaz. Bütün fitneleri boşa çıkaran güzelliğin göründü. Son menzil burası. Burası dairenin ilk çevriminin tamamlandığı yer. Buraya huzur diyorlar. Dervişler burada sükuna ererler. Burada kendini verir Senin cemalini alırlar. Burada gül alır gül satarlar. Burada bütün kokular biter sadece Senin kokun duyulur. Burada sesler erir, yok olur sessizliğin duyulur. Burası Sen’sin. Buraya Cebrail giremez, ‘bundan sonrasını sen gideceksin, ben gidemem yanarım’ der. Bu da bir imadır, demiştin. Yani, yolculuğunu yalnız tamamlayacaksın. Ben senin kılavuzunum ama birlikte gidersek beni yakarsın, demektir….benim bu işlere aklım ermiyor…ben buradan, yerden bakınca sadece göklerle çevrili olduğumuzu görüyorum o kadar….gördüğüm birinci gök…sonrakileri biliyorum o kadar…bilgi nedir ki…bilgi tatmaktır…ben bunları tatmadım…sadece anlatıyorum…hissediyorum yalnızca…hissetmek bilmek midir….bütün bilgileri boşa çıkarıyorsun ey Niyazi…dervişlerinle şimdi huzurdasın…kapı açıldı deniz göründü…sadece nur belirdi her şey silindi…şimdi dönme zamanı…dervişler Mısri’nin, Simurg hikayesiyle kendilerine geliyor…zikrin verdiği sarhoşluktan bir an için sıyrılıp soluklanıyorlar…hayret içerisindeler…burası hayret vadisi…demek ki aradığımız kendimizden ibaretmiş, diyorlar…simurg gibiler…kimler geldi kimler geçti bu yollardan…kimler hangi bağın gülü hangi gülistanın bülbülüydü bir zamanlar…zaman dediğiniz nedir ki burada bitti işte…düzeyler geride kaldı, geri de yok oldu…ön arka, alt üs, başlangıç son kalmadı…şimdi geldiğiniz yere döneceksiniz der gibi bakıyor Mısri dervişlerine…şimdi Senin sırrını istiyorlar…kendilerini emin hissediyorlar…Sen de onları emin buluyor musun….onlara sırrı verecek misin…onlar bela diyerek belaya talip oldular, onları belaya müptela kılacak mısın…onlar Senin için kendilerinden geçtiler Kendini onlara açacak mısın…şimdi huzurundalar, onları bu eşikten geçirecek misin…bu köprü ancak bela ile geçilir buna dayanabilecekler mi…gül müdür bülbül müdür şu zar u figan eyleyen….ten midir yoksa dil midir hem arşı seyran eyleyen, diyor Mısri dervişlerine…dervişler tekbir getiriyorlar…burası sadece yüceltme yeri…burada ten midir yoksa dil midir Seni yücelten belli değildir…burası belirsizlik belirlenimsizlik yeridir…artık dönme vakti diyor dervişlerine Mısri…tevhit zikri başlıyor…huzurdan ayrılırken Seni birliyoruz…birinci menzile iniyoruz…burada birlik ağıcının meyveleri toplanıyor…hasat zamanı…Viyanalı ermişin söz ettiği düşüncelerin hasat vakti…bir adımda bir menzil…dervişlerin artık başı dönmüyor…anmadan takati kesilmiş dervişler tekrar derleniyor toparlanıyor şimdi…serzakir bir kasideye başlıyor…dervişler sadece Senin adını söylüyor…her şeyi kuşatan ismini…bütün isimlerin annesini…kökenden geliyorlar…kaynaktan içtiler…kana kana içtiler…Senin içtikçe susanılan suyundan…kendi sularının Senin suyunun öz kardeşi olduğunu gördüler…kendilerine senin aynandan baktılar…kendi aynalarından Seni gördüler…Seni görünce her şeyin içyüzünü gördüler…her şeyin Sen’in açılman olduğunu bildiler…sadece Al-lah! Al-lah Al-lah diyorlar dingin bir sesle…onlarca dervişin göğsünden aynı anda aynı sesle tek bir sesmiş gibi çıkıyor : Al-lah! Al-lah! Al-lah…şarap birdir şarap sunan bir meclisteki dostlar bir…şarabın rengini kimdir renkten renge sokan…senin şiirinle şenleniyorlar…ikinci menzile iniyorlar usul usul…geride bıraktıkları hatıranın sarhoşluğu artıyor…Seni gören Sende yok olan Senin sonsuz ve mutlak varlığında kaybolan ne ile kanar ki…yanında Seni özleyen nasıl hasretini dindirebilir ki…iniyorlar…dervişler başlangıç noktasına dönmek üzere alemleri devrederek iniyorlar…indikçe Senin binbir ismini şakıyorlar…isimlerden geçiyorlar…gökkuşağından geçer gibi sıfatlardan geçiyorlar…eleğimsağmadan geçer gibi…gökten bir kartal gibi ağır ağır yere süzülüyorlar…artık hiçbir şey eskisi gibi değil…daire nihayet tamamlanıyor…bu yol talep, sohbet ve halvet yoludur, diyor Mısri…insan isterse gerçeğe yönelir…gönül sohbetle dolar halvetle boşalır…gönül bilmek ve kavuşmak diler…bu nedenle bilgelerle sohbet arar…bir kamilin sohbetine ulaşınca da can kulağıyla dinler…gül bahçesine girmiş gibi çiçekleri koklar, gerçeği hissetmeye çalışır…orada dilsiz kulaksız konuşmuştu Mısri…burada can kulağıyla dinleyenler anladı…çünkü Beyazıt da bu sırrı söylemişti : tam otuz yıldır O’nun huzurunda bulunup O’nunla konuştuğum halde, insanlar kendileriyle konuştuğumu sandılar… 

Sadık Yalsızuçanlar'ın yeni romanı Anka'dan... 

PARDUS 2013 HAZIR


Kamu, KOBİ ve özel sektörün kullanımına sunulan Pardus 2013, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın katıldığı basın toplantısı ile tanıtıldı. Yeni sürüm ile birlikte Pardus'un web portalı ve çağrı merkezi de hizmete girdi.
2003 yılında başlatılan Pardus işletim sistemi, şimdiye kadar 5 ana ve 2 kurumsal sürümüyle kullanıcılarıyla buluştu. TÜBİTAK BİLGEM bünyesinde yürütülen Pardus projesi, kamu kurumlarıyla yakın çalışma ortamı oluşturulması amacıyla geçen yıl Ankara’daki TÜBİTAK Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi Merkezi (ULAKBİM) bünyesine taşındı. Kamu kurumları ve KOBİ'lerin güvenle kullanabileceği, yüksek performanslı, Türkçe destekli uygulamaların barındığı, sürekli güncel ve güvenli tutulan, düşük maliyetli, işlevsellik ve görselliğin ön planda tutulduğu bir işletim sistemi hedefleyen ULAKBİM, Pardus 2013 sürümünü tamamladı. Pardus’un 2013 sürümü TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak, ULAKBİM Müdürü Ahmet Kaplan, Pardus Proje Yöneticisi Abdullah Erol’un katıldığı basın toplantısı ile tanıtıldı.
ULAKBİM’in Bilkent’teki binasında düzenlenen basın toplantısında konuşan TÜBİTAK Başkanı Prof. Altunbaşak, 32 ve 64 bit mimarilerde paylaşılan kararlı sürümün kamu kurumları ve KOBİ'lere hitap ettiğini açıkladı. Ev kullanıcıları içinde yazılım deposunda ihtiyaçlara cevap verebilecek çok sayıda yazılım bulunduğunu belirten Prof. Altunbaşak, ev kullanıcılarının kurumsal sürüm üzerine istedikleri uygulamaları ekleyerek özelleşmiş işletim sistemine sahip olabileceklerini kaydetti.
Pardus’a Geçiş Başladı
Kamu kurumlarının güvenle kullandığı Pardus’un yeni sürümle birlikte daha fazla ilgi göreceğini söyleyen Prof. Altunbaşak, “Milli Savunma Bakanlığı yerel ağında 9 bin 500 kullanıcılı sistem Pardus'a taşındı. İstanbul Su ve Kanalizasyon İşletmesi merkez ve çevre ofislerinde şu an için bin 500 bilgisayarın göçü tamamlandı. Yılsonuna kadar bu rakamın 3 bin 500 olması hedefleniyor. Genelkurmay Başkanlığı Sağlık Komutanlığı geniş alan ağında yer alan yaklaşık 4 bin bilgisayarlık sistem ile analiz çalışmalarının başlatıldığı Sosyal Güvenlik Kurumu’nda (SGK) bu yıl içinde Pardus’a geçiş başlayacak. Adalet Bakanlığı için de test ve uyarlama çalışmaları sürerken, TÜRMOB ile mali müşavir ve muhasebecilerin kullanıma sunulmak üzere özel bir sürüm çalışması devam ediyor” dedi.
550 Bin Akıllı Tahtada Pardus Kullanılacak
FATİH Projesi kapsamında 85 bin akıllı tahta üzerinde Pardus İşletim Sistemi’nin yer aldığını hatırlatan Prof. Altunbaşak, ilerleyen tarihlerde dağıtımı planlanan 550 bin akıllı tahtada Pardus’un kullanılacağını dile getirdi. Akıllı tahtaların yazılımsal yönetimi amacıyla uzaktan yönetim ve günce (Log) takibi konularında yazılım geliştirilmesi ve Ar-Ge faaliyetlerinin yürütüldüğünü ifade ederek, Milli Eğitim Bakanlığı ile eş güdümlü çalışmalar kapsamında geliştirilen tüm uygulama ve içeriklerin Pardus üzerinde problemsiz çalıştığını belirtti.
“444 5 773 Danışma Hattı” Hizmete Girdi
Kamu kurumlarına Pardus ile ilgili destek ve çözüm sunulması amacıyla “444 5 773 Pardus Danışma Hattı”nın da hizmete girdiğini dile getiren Prof. Altunbaşak, şunları söyledi: “Danışma hattına ulaşan öneri ve değerlendirmeler de yazılım ve yönetim ekibiyle paylaşılacak. Cevaplanamayan istekler ve bilgiler ise portal üzerine aktarılacak ve portal arkasında çalışan uzman mühendisler tarafından cevaplanacak. Danışma hattı mesai günlerinde 09.00-18.00 saatleri arasında hizmet verecek. Gelecek taleplere göre hizmet saatleri artırılacak”
TUBİTAK