‘Yedi dünya’ tabirine ilk defa Muhyiddin Ibnü’l-Arabi’nin bir eserinde rastladım ve hayret ettim.
Muhyiddin Ibnü’l-Arabi, açık açık, bizim neslimizin atası olan Adem’inin, Cenab-ı Hakk’ın kudret eliyle var ettiği Adem olmadığını söylüyordu. Bizim atamız olan ademin bilmem kaçıncı Adem olduğunu kaydediyordu.
Daha sonra aynı şiirin
Imam Rabbani Hazretleri tarafından aktarıldığını gördüm. Demek ki, şeriatın batınından haberdar olanlar, bizim kitaplar vasıtasıyla öğrendiklerimizden çok
daha fazlasını biliyorlardı.
Aynı meseleye, daha sonra -aşağıda verilecek- Bediuzzaman’ın Işaratu’l-I’caz adlı tefsirinde de kapalı olarak temas edildiğine şahid oldum.
Şah-ı Nakşibend’in evradında (Evrad-ı Kudsiyye) da ‘yer küreler’ tabirinin iki defa geçtiğini
görünce bu meseleye eğilme ihtiyacı duydum. Şah-ı Nakşibend, Resulullah’tan keşif yoluyla aldığı evradının iki yerinde “Eradin” (yer küreler) halkından bahsediyor.
Bu meseleyi birgün, bu konulara çokça ilgisi olan rahmetli Ali Ihsan Yurt’a sordum. Bu meselelerin şeriatın esrarından olduğunu, bu tür bilgilere keşif yoluyla ulaşıldığını, ancak keşfe inanma zorunluluğu olmadığı için, bu tür haberlerin “münferid”
kaldığını söyledi. Ama tüketmekte olduğumuz dünyanın 7. Küre olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi..
Hatta yaşayan neslin, yani bizlerin 13. nesil olduğumuzu söyledi. O zaman bu bilgilerin
kaynağının ne olduğunu sormaya tereddüp ettim, daha sonra da sorma fırsatım olmadı.
Bana, Kur’an-ı Kerim’de Adem ile ilgili verilen bilgileri dikkatli okumamı, o zaman bu mesele dair bir takım kanaatlere ulaşacağımı ifade etmişti.
Malumunuz, Hz. Adem’in nasıl yaratıldığı, sonra meleklerin nasıl ona secde etmeye davet edildiği, Şeytan’ın ona secde etmediği, daha sonra Adem ile Havva’nın Şeytan tarafından aldatılarak yasak meyveyi yedikleri ve sonuç olarak Cennet’ten sürüldükleri anlatılır.
Ilk bakışta gereksiz olan bu gaybi hadisenin niçin bu kadar detaylı anlatıldığına anlam
veremezsiniz. Ama dikkatle okunduğu zaman bu ayetlerin insanlığa çok ipucu verdiği görülür.
Bize, Kur’an’da anlatılan şey, Adem’in topraktan yaratılan ilk insan olduğudur.
Adem, önce ‘cennet’e konmuş, burada, bugün eşeysiz üreme diyebileceğimiz bir yöntemle ondan bir eş -Havva- yaratılmış ve daha sonra da işledikleri bir hatadan -şehvetlerine mağlup olup, içinde yaşadıkları atmosferi kirletmelerinden- dolayı ‘aşağı’ diye nitelenen dünyaya sürülmüş.. Kur’ani uslupla Adem ile Havva’nın, yani ilk atalarımızın hikayesi böyle..
Burada akla şöyle bir soru gelir:
-Adem ile Havva cennette idilerse dünyaya nasıl geldiler? Yok eğer dünya aynı zamanda cennet idiyse onların görünmeyen alemden gürünür aleme geçmeleri nasıl oldu?
Tabii ki hemen Allah’ın her şeye muktedir olduğunu söyleyeceksiniz.
Muhakkak ki Allah herşeye muktedirdir. Ama Adem’in cennetten çıkarıldıktan sonra tabi olduğu kanun, determinist, yani sebep sonuç ilişkisine dayanan evrensel kanunlardır.
Adem ve Havva, kudret yurdu -sebep sonuç ilişkilerinin zorunlu olmadığı evren- olan Cennet’ten çıktıktan sonra sebep sonuç ilişkilerinin geçerli olduğu ‘hikmet yurdu’na -hadiselerin ve eşyanın oluşumunda sebep sonuç ilişkilerinin geçerli olduğu evrene- geçti. Burada her şeyin bir vasıtası olmalıydı.
Dolayısıyla, Cennet’ten çıkarıldıktan sonraki maceralarını akıl yoluyla izah edebilmemiz
gerekirdi..
Çünkü eğer cennet bu dünya üzerinde idi ise, sürülme nasıl gerçekleşmişti?
Daha da önemlisi, eğer Adem ile Havva atmosferimizin dışındaki bir yerden dünyaya gelmişlerse, zarar görmeden atmosferi nasıl geçtiler. Ve niçin ayrı ayrı yerlere düştüler..
Sonra ayrı ayrı yere düştükleri halde buluşma naktasını nasıl bildiler ve nasıl birbirlerini buldular? Ve hangi vasıtalarla yön tayini yaptılar?
.................
Herhalde Adem ile Havva’nın atmosferi oluşmamış bir dünyaya gönderildiklerini iddia etme şansımız yok. Çünkü Rahman Suresi’nde cenab-ı Hak, yer kürenin insanlar için nasıl hazırlandığını safha safha anlatır..
“Semayı yükseltti ve ona ölçü koydu. Sakın bu ölçüleri bozmayın. Siz de bu dengeleri koruyun ve dengeleri zorlamayın.
(Ve sonra) yeri ‘enam’ için yaşanabilir kıldı. Onda meyva ve salkımlı hurmalar var. Yapraklı taneler ve hoş kokulu meyvalar var. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlereni yalanlıyorsunuz? Ve insanı fokurdayan balçıktan yarattı” (Ranmah Suresi, 7-14)
Burada kast edilen ‘sema’ tefsirlerde iki anlamda kullanılır; atmosfer ve gök yüzü. Her ikisi de belli ölçekler ve mizanlar üzerine kuruldu. Bu ‘ölçü’ kavramıyla hem uzayın ruhunu teşkil eden müthiş denge kast edilir, hem de atmosferi teşkil eden hava küresinde yer alan gazların miktarları kast edilir.
Azot, gazlar ve oksijenin dağılım ve miktarları, insanın varlığını en iyi şekilde sürdürebilmesi için
gerekli miktarlarda tutulmuştur.
Böylece atmosfer toprak kökenli varlıkların yaşamasını sağlayacak duruma getirildi. Bu iki ayetin hemen devamında gelen iki ayet çok ilginç bir ikaz taşımaktadır. Cenab-ı Hak, insanı, ‘dengeleri bozmamak’ hususunda uyarıyor ve “ölçüyü elden kaçırmayın”
diyor. Çünkü insanın bir özelliği de bozmaktır.
O yüzden, Allah, ancak
bugün, yani yaptığımız ölçüsüzlükler ve ürettiğimiz zararlı gazlarla
yüzünden ozon tabakasının delinmesiyle anlayabildiğimiz bir konuya dikkatimizi çekiyor. Atmosferdeki dengeyi bozabileceğimizi, bunun da sonumuzu hazırlayacağını hatırlatıyor. Ve bu dengelerin korunması konusunda insanı uyarıyor. Çünkü ihtimal ki insan daha önceki küreleri de bu şekilde tahrip etti, yok etti.
Birinci etapta atmosferin yaratılması, yani aşırı sıcaklarla yer
kürenin tabiatında bulunan buharların yükselip atmosferi oluşturması, ikinci etapta, bu
atmosferdeki gazların insan solunum sistemine uygun miktarlarda düzenlenmesi, üçüncü etapta da
yeryüzündeki bitki örtüsünün insan ihtiyacına göre ayarlanması..
(Rahman Suresi’nin üçüncü ayetinde dev ağaçlardan ve ormansı otlaklardan bahsedilir. Ala
Suresi’nde ise bu dev otlakların yerin dibine geçirilerek onlardan akışkan bir sıvının yani petrolün var edildiği hatırlatılır)
Nitekim, önce dev otlaklar, ardından meyva ağaçları ve taneli bitkiler ve nihayet nazenin varlık olan insanın dünyaya teşrifi... “Biz insanı fokurdayan balçıktan yarattık” diyerek Cenab-ı Hak, balçıktaki kimyasal aktiviteye dikkat çeker..
..........
Sonuç olarak insan yer küreye indirildiği zaman yer kürenin onu dışardan gelecek meteor ve yabancı cisimlere karşı koruyacak atmosfer gibi bir koruyucusu vardı.
Peki öyleyse, Adem ile Havva, yine insan oğlunun yaşadığı ama artık yaşanmaz hale getirdiği bir
dünayadan, bir uzay aracıyla dünyamıza gelmiş olmazlar mı?
Bizim neslimizin atası olan bu iki insan, bizim dünyamız gibi bir dünyadan geldiler dersek çok mu saçma olur?
Adem ile Havva, insan türünün bozgunculuk ve fesatcılık özelliğinden dolayı, tükettikleri bir
dünyadan uzaya atılmış iki kahramandı belkide..
Pekala şöyle diyebiliriz:
Milyon milyon yıl önce, bu evrenin bir başka ‘alem’inde -belki de bugün aşırı sıcaklar sonucu yaşanmaz bir hale gelmiş ama hala hayat izleri taşıyan Mars’ta- yaşayan insan nesli, kendi yanlışları ve güneşin genişleyen sıcaklık halesi sonucu artık o gezegende varlığını sürdüremez hale geldi. Ulaştıkları tenlolojiyi, türlerinin devamını sağlamak için kullandılar. Seçtikleri bir çifti, kapsüle koyup, buzul çağından henüz çıkmakta olan ‘dünya’ gezegenine fırlattılar..
Gemilerinin adı ‘fülki’l-Meşhun’ (hayat için gerekli her türlü kaynağı çinde barındıran gemi, uzay gemisi, denizaltı vs. gibi) idi. Nitekim Kur’an’da bir iki yerde Cenab-ı Hak, “Zürriyyetiniz’i Fülki’l- Meşhun ile taşıdık” buyurur. Ve ona benzer daha nice gemi yarattığını hatırlatır..
Bu geminin zahiri karşıtı Nuh Tufanı’nda kullanılan; ‘Cebrail’in -o en büyük melektir - talim ve gözetimi altında inşa edildiği’ belirtilen gemi olmakla birlikte, bundan pek ala yıldızlar arası seyahat eden bir gemiyi anlamak da mümkün. Çünkü, Kur’an ‘atalarınızı’ demiyor, ‘zürriyyetinizi’ diyor..
Bu ifade bizim neslimizin akibetinden de haber verir gibidir.
Belki, bizim neslimiz de, yaşadığı
dünyayı yaşanmaz hale getirdikten sonra, hayat belirtisi tesbit ettiği -buzul çağından yeni yeni çıkan- bir gezegene neslinin örneklerini gönderecektir. Tabii, yaşayan insan nesli son nesil değilse..
Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bazı rivayetlerde, şu anda dünya üzerinde yaşayan neslin insan ırkının 13. versiyonu
olduğu ve insan ırkının bugüne kadar, en az alt dünya tükettiği
belirtilir.
Bediuzzaman Said Nursi, Işaratü’l-I’caz adlı tefsir denemisnde, Bakara Suresi’ndeki “O Allah ki, yeryüzündeki her şeyi sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi ve onu 7 Uzay halinde düzenledi. O, herşeyin gerçeğini bilendir” ayetini yorumlarken, ‘Yedi’ kelimesi üzerinde uzun uzadıya durur ve bu ayetten, ‘Yer küremiz gibi atmosferi bulunan yedi dünyayı anlamanın” mümkün olabileceğini hatırlatır..
Demek ki, biraz cesur bir yorumla, yedi dünyadan ve onlar üzerinde yaşayan insansı
varlıklardan söz etmek pek de akıl dışı olmayacak...
GALAKTİK İNSAN WEB TEAM
No comments:
Post a Comment